22 Eylül 2010 Çarşamba

Sıkıldım, çook sıkıldım

Bu hafta deli gibi canım sıkılıyor, çalışmak istemiyorum.
Hayır bunalım değil bu son derece enerjik bir haldeyim,
hatta bomba gibiyim, zıp zıp zıplamaya hazırım ve buna rağmen
ne yazık ki şu masada çakılıp kalmak mecburiyetindeyim.
Bu kazık çakma mevzusu da canımı sıkıyor haliyle.
Hani bıraksalar hergün işi asabilirim :)

2 Temmuz 2010 Cuma

Temmuz' a hızlı girdik...

Evet aynen öyle. Haziran' ın son haftasında öyle deli bir tempo ile çalıştım ki saatler ve günler birbirine karıştı, hatta bir ara beynimin uyuşmaya başladığını bile hissettim diyebilirim. Bilmem kaç silindir motoru olan otomobiller gibi bastıkça bastım gaza ve sonunda tam gününde Haziran' ın işlerini yetiştirdim. Bu şirketteki 4,5 yılımda toplasan bir elin parmaklarını geçmez böyle bir ay sonu çalışması. Bunun ödülü olarak da işlerimin bittiği günün akşamı yani dün 1 Temmuz 2010 günü kendimi bir geceliğine İstanbul' a attım Özge Bacım ile birlikte.

Saat 17:30 da paydos edip bastık gittik. Yolda aksilikler peşimizi bırakmadı gözlüğümün sapını kırdım ve aksi gibi arabanın camından esen rüzgarda saatte kimbilir kaç kilometre hızla Yalova' ya doğru giderken camdan uçtuu gitti gözlüğümün sapı... Derken feribot iskelesine bir geldik ki otoparkı kaldırmışlar gittik yolun karşısından yer aradık. Onu da atlattık derken Bacımsan banka kartını atm' ye kaptırdı... Tüm bu aksiliklere rağmen feribota bindik ve yolumuzdan vazgeçmedik. Neden çünkü saat 22:30 da Hayal Kahvesi Beyoğlu'n da REDD dinlemeye gidiyorduk, sezonun son konseriydi ve kaçırmamalıydık. Yaa işte tüm bu koşturma Onlar içindi.




Tüm bu koşturmacamıza değdi, hemde her saniyesiyle, tüm kalabalığına ve cehennem sıcağına rağmen. Toplamda 5 saati uyku, 2 saati şehir içi ulaşım ve 2 saati de doyamadığımız REDD' i dinleyerek geçirdiğimiz 9 saatlik mini İstanbul turumuz hafızalarımıza yeni dediliğimiz olarak kazındı. Sabah afyonlar patlamadan, şişmiş yüzler ve ayaklarla yeniden buraya; ofise pardon ambara dönmek için yollara düştük. şapşallığımızı atlattığımızda ise çektiğimiz fotoğraflara bakıp akşam doyamadığımız konseri yaşadık yeniden. Şimdi, tam toparlandık, kendimize geldik derken Lara Fabian için hazırlanıyoruz. Bir rivayete göre gece 12 gibi bitecekmiş. Adam olup insani saatlerde evimize dönüp yatarsak, yarını akıl karı bir biçimde geçirebiliriz.

Aaa bir de utanmadan hâlâ diyoruz ki; en kısa zamanda bir de Özge Fışkın' a gidelim Beyoğlu Hayal' e.

3 Haziran 2010 Perşembe

Nazım Hikmet

Nazım Hikmet ile tanışmam ortaokul 1. sınıfa gittiğim 1990 yılında başladı. Evde kıyıda köşede kurtarılmış birkaç kitabı vardı ama o zamana kadar elime almamıştım hiç. Günlerden bir gün edebiyat öğretmenimiz İnci Gence herkes bir şiir hazırlayıp gelsin okutacağım ve tartışacağız sınıfta dedi.
Eve gider gitmez kütüphanedeki kitapları kurcalamaya başladım; derken, hardal sarısı bir kitap dikkatimi çekti üzerinde kırmızı harflerle "Nazım Hikmet" yazıyordu. Başladım sayfaları çevirmeye ve aynı sırada o eski sararmış sayfaların kokusunu ciğerlerime dolduruyordum keyifle. Çok severim eski kitap kokusunu. Sanırım sahaflık tutkum da bundan kaynaklanıyor. Neyse bütün o şiirlerin arasından neden olduğunu bu gün bile hâlâ daha çözemediğim bir dürtü ile "Ceviz Ağacı" nın sayfasına gelince durdum. Okudum, durdum... Bir daha okudum. Anneme gidip; bu şiiri ders için hazırlayacağımı söyledim. İşte o gün anlattı annem bana Nazım Hikmet' in hikayesini. O gün hayata farklı bir pencereden bakacağım diğer günlerin ilk günüymüş meğer. Artık yasaklı değildi ya Nazım, büyük bir heves ve sevgiyle hazırlandım derse.

Sınıfta okuma sırası bana gelince "tahtaya kalkıp" elimdeki kağıdı öğretmene gösterdim. Bana baktı, kağıdımı aldı ve
- Sen geç yerine ben geliyorum hemen. dedi ve sınıftan çıktı.
5 dakika sonra geldiğinde beni yeniden tahtaya çağırdı ve tamam "okuyabilirmişsin" dedi.

O günü hayatım boyunca unutabileceğimi zannetmiyorum.

Şimdi 3 Haziran 1963'te aramızdan ayrılan Nazım Hikmet' i bir kez daha yad etmek için çok sevdiğim bir başka şiirini paylaşmak istedim.


GALİP USTA

Haydarpaşa garında
1941 baharında
saat on beş.
Merdivenlerin üstünde güneş
yorgunluk ve telâş
Bir adam
merdivenlerde duruyor
bir şeyler düşünerek.
Zayıf.
Korkak.
Burnu sivri ve uzun
yanaklarının üstü çopur.
Merdivenlerdeki adam
-Galip Usta-
tuhaf şeyler düşünmekle
meşhurdur:
"Kâat helvası yesem her gün" diye düşündü
5 yaşında.
"Mektebe gitsem" diye düşündü
10 yaşında.
"Babamın bıçakçı dükkânından
Akşam ezanından önce çıksam" diye düşündü
11 yaşında.
"Sarı iskarpinlerim olsa
kızlar bana baksalar" diye düşündü
15 yaşında.
"Babam neden kapattı dükkânını?"
Ve fabrika benzemiyor babamın dükkânına"
diye düşündü
16 yaşında.
"Gündeliğim artar mı?" diye düşündü
20 yaşında.
"Babam ellisinde öldü,
ben de böyle tez mi öleceğim?"
diye düşündü
21 yaşındayken.
"İşsiz kalırsam" diye düşündü
22 yaşında.
"İşsiz kalırsam" diye düşündü
23 yaşında.
"İşsiz kalırsam" diye düşündü
24 yaşında.
Ve zaman zaman işsiz kalarak
"İşsiz kalırsam" diye düşündü
50 yaşına kadar.
51 yaşında "İhtiyarladım" dedi,
"babamdan bir yıl fazla yaşadım."
Şimdi 52 yaşındadır.
İşsizdir.
Şimdi merdivenlerde durup
kaptırmış kafasını
düşüncelerin en tuhafına:
"Kaç yaşında öleceğim?
Ölürken üzerimde yorganım olacak mı?"
diye düşünüyor.

Burnu sivri ve uzun.
Yanaklarının üstü çopur.

Denizde balık kokusuyla
Döşemelerde tahtakurularıyla gelir
Haydarpaşa garında bahar
Sepetler ve heybeler
merdivenlerden inip
merdivenlerden çıkıp
merdivenlerde duruyorlar.

Nâzım HİKMET

Memleketimden İnsan Manzaraları

16 Nisan 2010 Cuma

Mutluluk

Eskiden ne çok yazıp çizerdim ben diye düşünüyorum. Bakıyorum da şimdilerde bu alışkanlığımdan giderek uzaklaşıyorum. Sonra farkettim ki, aslında çoğunlukla hüzünlü olduğum anlarda yazıyormuşum.

Eski defterlere göz gezdirdiğimde hep hüzün karşıma çıkıyor. Demek ki kalemim en çok o anlarda yarenlik ediyormuş bana. Aslında bu hoşuma da gitmeye başladı, anladım ki artık eskisi kadar hüzünlü bir insan değilim. İşlerden dolayı asabileştim evet ama kesinlikle hüzün epey gerilerde kalmış. memnunum halimden zira artık yazamıyorum diye kendi kendime söylenmeyi bıraktım, mutluluğumdan mutlu oldum yani bunu farkedince :)

Artık aklıma geldikçe, "aa benim yazdığım bir yer vardı" diye kafama tank ettikçe gelip gideceğim buralara ya da paylaşmak istediğim yeni mutluluklar oldukça. Kendimi iyi hissettiren şeyleri yazıcam bundan sonra, en azından niyetim o. Kışt dedim hüzünlere...

Aaa bahar gelmiş :) yoksa sebebi bu mu? Hmm hiç sanmam...

6 Mart 2010 Cumartesi

Kitap Özgürlüktür...

Bu hafta Bursa'da Kitap Fuarı var, sekizincisi düzenlendi, hatta bugün yarın bitecek, artık son demleri. Hafta başında gittim, gezdim ve gördüm ki insanlar sıcak ve rahat evlerinde güvenli hayatlarında yaşamayı, yeni ufuklara yelken açmaya tercih ediyorlar. Farkındalıklarını artırmak için çaba harcayan yok. 3-5 liraya alınabilecek hazlardan, hayal dünyalarında yepyeni maceralara atılmaktan öyle uzak yaşayan bir toplumuz, yıkamıyoruz önümüzde duran, etrafımızda bizi çevreleyen duvarları. Yıkıp geçemiyoruz; ne yazık... Halbuki okumak özgürlüktür, zihnin sınırlarını zorlamak, yeni ufuklar keşfetmektir. Farklı düşüncelere yapılan yolculuktur. Kendimizi bu dar kalıplardan çıkartmak için bulunmaz bir fırsat varken, niçin önümüze gelen fırsatları teper, sonra da bu ülkede okur yazar olmak pahalı diye ahkâm keseriz bilmem. Sanırım bilmeden araştırmadan fikir beyan etmek en kolay yöntem. Kolay olan her zaman cazip gelir insana ama önemli olan sınırları zorlayıp gözünün önünde olup bitenlere, yeniliklere açık olmaktır. Bu yüzden kitap okumak sınırların ötesine taşır beni ve özgür hissederim kendimi. Herkesin de hissedebilmesini isterim...

2 Mart 2010 Salı

bir kez daha Redd ile

Redd konseri denilince ilk aklıma gelen, güzel dostlar ile bir araya gelmek oluyor artık. Bu tip konser organizasyonları, Redd' i canlı dinlemenin ötesinde bir yer taşıyor son 1 yıldır benim için. Elbette, Redd sayesinde yeni insanlar ile tanışmanın getirdiği bir gelişme bu.

Önceleri sadece iki kişi gidip dinlediğimiz Redd, zaman içinde bize taptaze, sıcacık ve güzel dostluklar kazandırdı; zannediyorum ki bundan sonra da kazandırmaya devam edecek. İşte 27 Şubat 2010 Resimli Bar Konseri de bu güzel dostlukları sonuna kadar yaşadığımız gecelerden birisiydi. Önceleri sadece göz aşinalığı ile bildiğimiz kişiler, artık yaşamımızın birer parçası oldular. Bundan çok memnunuz. Herkes adına konuşuyorum belki ama aldığım elektrik sayesinde bunu gönül rahatlığı ile yazıyorum. Her zaman, her Redd konserinde, ön saflarda yerini alan büyük bir kalabalığa dönüşmenin gururunu ve mutluluğunu yaşadık,yaşıyoruz, yaşayacağız.

Herşeye rağmen, böyle bir gecede bizlerin yeniden bir araya gelmesini sağlayan ve tüm yorgunluklarına rağmen gülen gözleri ile esip geçen Redd' e sonsuz teşekkürler. Onlar için uzun ve yorucu geçen bir turnenin ardından bu konser bizlere inanın 3-5 saniyeden farksız geldi. Zaman su gibi akıp gitti.

En kısa zamanda yeniden Bursa' da olmalarını dört gözle bekleyeceğiz.

12 Şubat 2010 Cuma

Merak Ediyorum...

İnsanın yazma aşkı neden sürekli olarak bir med-cezir konsepti ile devamlılık gösterir ki? Aklıma gelen onlarca şey var yazıp dökmek için deli olduğum, ama yazamıyorum... İşte bu da böyle bir isyanımdır =)

5 Şubat 2010 Cuma

Uzun Bir Günün Anatomisi

Bu sabah yine gedikli sevgilimle uyandım; yeni, taptaze bir güne. Migrenimle. Son zamanlarda, daha doğrusu son aylarda daha sık ziyaretime gelir oldu, neden bilmem? Keyfe keder harekleri var, canı isterse akşam saatlerinde bir nabzımı yokluyor, bazen de keyfine göre sabahları, iflah olmaz bir sevgili gibi beni şefkatle uyandırıyor. Kabul etmeliyim bu sevgi tek taraflı; benim onu özlediğim, eksikliğini hissettiğim ise pek söylenemez açıkcası. Kendi kendine takılıyor mutlu mesut. Ama işte herşey bu kadar basit değil ne yazık ki.
Kendisi pür neş' e eğlenirken, bana da günümü ve hayatımı zehir ediyor. Herkes farkında bu yılışık ve bıkmak bilmeyen illete karşı hislerimin, fakat kimsenin elinden de birşey gelmiyor. Bu gün de işte o iğrenç günlerden birisiydi benim için. Şimdi nispeten uykusu gelmiş olmalı ki beni rahatsız etmiyor, ama dedim ya nispeten. Şekerlemesine dalmış durumda, arada sırada horlamayı ihmal etmiyor ama, bak ben buradayım gittim sanma dercesine.
Unutmak ne mümkün zaten. Etrafımdaki öldüresiye aydınlık ve ışık cümbüşü her daim hissettiriyor hala yanımda olduğunu. Ya sesler seslere ne demeli sanki uluslararası bir bando takımıyla çalıştım tüm gün. Trompeti, davulu, mızıkası hepsi karşı masamda oturuyorlardı sanki. Ama allahtan gediklim şekerlemeye başlayınca onların da üzerine bir ağırlık çöktü sanki sesleri şimdi mırıltı gibi geliyor.
Yani anlayacağın şimdilik huzuru buldum gibi, bir de evime gidebilsem...

2 Şubat 2010 Salı

Do you have a dispute with?

i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate my job! i hate...

1 Şubat 2010 Pazartesi

Ara Kafe

bunca senedir neden bir defa bile gitmediğime de anlam veremediğim, yemek yemek için oturduğunuz masaların bir anda Ara Güler fotoğraf sergisinde dönüştüğü güzel, sıcak bir mekanmış burası. samimi ve içten personeli ile de gayet hoş etkiler bırakmayı biliyorlar gelenlerin üzerinde, üstelik müptelası iseniz bir çok ünlü ile de karşılaşma şansınız var. uzun bir süre fotoğraflara bakmaktan yemeğime ve ortama konsantre olamadığımı anımsıyorum hatta utanarak söylüyorum ki tertemiz tutmayı başardığım kendi servisimi dayanamadım ve çıkarken alıp götürdüm. bir de baileys soslu browni mutlaka denenmeli. çökertme kebabı da favoriymiş, bir sonraki seferde de onu deneyeceğim :)

Bronx Pi ve Redd

Sayısını unutacak kadar çok izlemişimdir Redd' i sahnede. Fakat hâlâ asla unutmadığım ve eminim de asla unutamayacağım 2005 Rock'N Live Özdere konseridir. Yalnız şimdi işler değişti ve bu unutulmazlar arasına bir de 30 Ocak 2010 Bronx Pi konseri eklendi. Aslında daha kapıdaki kalabalığı gördüğümde anlamalydım gecenin unutulmazlar arasında yerini alacağını lakin o esnada henüz içeri hâlâ giremiyor olmaktan kaynaklanan mini bir stress yaşadım amabir yandan da bu kadar kalabalık olması hoşuma da gitmiyor değildi hani. Nihayet yukarı çıkıp da her saniye artan muazzam kalabalığı bir anda karşımda bulunca bende jeton düştü, çok güzel vakit geçirecektik; öyle de oldu. En son bayramda Ghetto' da 21' in Hikayesi için gitmiştim onları dinlemeye ve bir kez daha mest olup çıkmıştım, fakat bu defa seyircinin coşkusu gerçekten görülmeye değerdi. Bir saniye sektirmeden Doğan ile birlikte söyledi herkes, bilen bilmeyen dahil oldu bu coşkuya, hele Redd' in bundan aldığı keyifi görmek çok çok daha güzeldi. "Nefes Bile Almadan" diye bağırırken yüzlerce insan hep bir ağızdan, bütün tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Tarif edilemez bir mutluluk, keyif ve gururla doldu içim. 2,5 saate yakın süren bu harikulade şovdan sonra da kendimi 1 aylık nadasa bırakmaya hazır hale geldim. Zira daha önümüzde 27 Şubat Resimli konseri var. bu bir aylık süreçte hissettiklerimle beslenmeliyim, Seviyorum ben bu adamları :)

8 Ocak 2010 Cuma

Kaderini Sev Belki Seninki En İyisidir...

Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı, kayayı yontmaktadır. Güneş onu yakıp kavurur. O da Tanrıya yakarır keşke güneş olsaydım diye. "Ol" der Tanrı. Güneş oluverir. Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz. Bulut olmak ister. "Ol" der Tanrı. Bulut olur. Rüzgar alır götürür bulutu, rüzgarın oyuncağı olur. Rüzgar olmak ister bu kez. Ona da "Ol" der Tanrı. Rüzgar her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur. Her şey karşısında eğilir. Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar. Ordan eser burdan eser, kaya banamısın demez! Bildiniz, Tanrı kaya olmasına da izin verir. Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı. Sırtında bir acı ile uyanır. Bir ihtiyar taşçı, kayayı yontmaktadır...


Nietzsche