25 Aralık 2011 Pazar

Crazy Stupid Love

Bu tam mânâsıyla bir film yazısı değildir ona göre :)


Evlilikleri bitme noktasına gelen Emiliy & Cal. Herşeyin yolunda gittiğini zanneden, karısına aşık Cal ve gizli bir ilişkisi yaşayan Emiliy.

Henüz 15 yaşındayken okul koridorlarında tanışmış bu iki insan. 25 yıllık birliktelikleri süresince birbirilerinin ruh eşleri olduğunu fark etmeden yaşamışlar. Belki de içten içe bilip, herşeyin alışkanlığa dönüşmesine izin vermişler. Ne zaman ki ayrılık kapıya dayanıyor, işte o vakit 13 yaşındaki oğulları gözlerini açıyor/açmaya çalışıyor çiftimizin. Ama elbette bu öyle sanıldığı gibi kolaylıkla gerçekleşmiyor. Gerçekten, çılgınca ve aptalca bir aşk oyunlarıyla geçen sürprizli bir film Crazy Stupid Love. Sıkılmadan hoş vakit geçirmelik yani. Gözyaşlarına boğmayan, kahkahadan yerlere düşürmeyen bir romantik komedi.

İsmine ve oyuncularına bakıp -ah Ryan Gosling ahh- çok daha çılgın ve çatlak bir film beklerken, bir çeşit romantik komedi ile karşılaşacağımı ummuyordum aslında. Sıkılmadım hatta keyifle izledim diyebilirim. Fakat bittiği andan itibaren de sorgulamaya başladım: -buradan sonrasını okurken sıkılmayacağınızın garantisini vermiyorum, haberiniz olsun-

Yaşadığımız ülkede kadınlar ve erkekler duygularını göstermekte bu kadar kısır diye? Hayatta olduğumuz, varlık gösterdiğimiz her saniye bu kadar önemli ve kıymetliyken, neden -ki bu cevabı en zor sorulardan biridir- sürekli olarak mutluluğumuzu erteliyoruz? Bir insana onu sevdiğini, önemsediğini, değer verdiğini söylemek "Neden" bu kadar ağır, zor hatta belki de zûl gelir ki?
Bu konuşmanın hedefi tek bir cinsiyet değil, yanlış anlaşılmasın, her iki tarafın da aynı hataları yaptığını söylüyorum daha çok. Kaybedecek neyimiz var? Hayat öyle boş ki! Boşa geçen her bir saniye de bizden alıp götürmüyor mu? O halde neyi erteliyor insanlar? Evet, zamanında hepimiz üzüldük. Fakat alınan ve açılan yaraların üzerindeki kabuklar bir süre sonra düşüyor, kalp kırıklıkları zamanla iyileşiyor. Yaraların izleri az da olsa kalıyor belki ama bu ileriye doğru bir adım atmamızı neden engellesin ki!?

Mutluluğu haketmediğimizi düşünüyor olabilir miyiz? Mutlu olmaktan korkuyor muyuz? Belki de! Peki bu kadar sadist olabilir miyiz? Yeryüzünün en sadist varlığı insan değil miydi zaten? Ya mücadeleci yanımıza ne oldu, ne vakit pes ettik, yerimizde saymaya hangi arada başladık, kendimiz sevmeyi unutmamıza sebep olan ne? Tüm bunlara, bu sorulara yanıt verebildiğimiz bir olgunluk dönemine ulaşabilecek miyiz? Bence evet, yalnız çok geç olmamasını diliyorum :)

Ama o döneme kadar, şu meşhur ruh eşlerimizin avuçlarımızın arasından kayıp gitmesine izin vereceğiz belki de farkında olmadan. Kaçımızın gerçekten ruh eşini bulabilecek kadar şanslı olduğu konusuna girmiyorum bile. Herkesin bir diğer yarısının varlığına eminim ama kaçımız doğru zamanda, doğru yerde olup da onunla karşılaşabileceğiz; O zaman ve mekanda olsak bile doğru hamleleri yapacak mıyız bakalım. Sonra geriye dönüp de "elimde olsa farkında olmadan, boş bulunup kaçırdığım o saniyeleri yeniden yaşamak, o sahnelere geri dönmek isterdim" diyeceğiz. Böyle durumlarda filmi başa sarmayı kim istemez ki?

Cal & Emily bu fırsatı, hayatları ellerinden kayıp gitmeden, yakaladılar. Bunun için çocuklarına ne kadar teşekkür etseler azdır sanırım. İşte, bazen çevremizin olumlu desteğine, gözümüzün önündeki perdeyi kaldırmasına ihtiyaç duyarız bilmeden. Eğer şanslıysak da gerçek dostluklar ve bağlılıklarla bu gerçekleşir.

Yaşadığımız tek bir saniyenin bile geri dönmediği kısacık hayatlarımızda, birazcık cesarete ihtiyacımız var sadece. Hepsi bu! İster destekli ister desteksiz.

Ne kadar da klişeyim değil mi :))

24 Temmuz 2011 Pazar

Remember Me

Uzun zamandır bir filmi bu kadar içine girerek izlemedim zannediyorum. Evet film izlerken çok çabuk karakterlere ve hikayeye adapte olabilen, o yaşamların içine girip, kendini olay örgüsüne dahil edebilen ve bundan çok büyük keyif alan biriyim. İzlediklerimi kolay kolay unutmayışım da bundan kaynaklanır.
Yazının konusu olan Remember Me, bilgisayarıma kaydettiğimi bile unuttuğum, hangi tavsiye ya da merak doğrultusunda edindiğimi, daha doğrusu indirdiğimi bile hatırlamadığım bir film. Yani mevzu son derece ironik :)
Filmi şirketteki bilgisayarımın içinde bir yerlerde buldum, Mayıs ayının sonlarında indirmişim. İşlerim bittikten sonra izlemeye başladım ama ofisten çıkma saatim gelince de mecburen yarım bıraktım. Şu an saat sabahın ikisi. yaklaşık 2 saat kadar önce evdeki bilgisayarıma da indirip tamamlamaya karar verdiğimde bu kadar beğeneceğimi ve hatta etkileneceğimi düşünmemiştim. Aslında devamını izlemek için işe koyulduğumda beni çoktan sarmış olduğunu anlamam gerekirdi.
Robert Pattinson’ a karşı sebebini bilmediğim bir önyargım hep oldu, bu güne kadar tek bir filmini bile izlememiş birisi olarak; başrolünde olduğu bir filmi niçin indirdiğimi şu saatte bile hâlâ bilmiyorum. Hadi onu da geçtim Pierce Brosnan, Lena Olin, Chris Cooper, Emilie de Ravin sevdiğim oyunculardır; filmi onlar için bile indirmediğimden de adım kadar eminim.
Sonuç olarak, izledim ve ziyadesiyle beğendim. Hikaye bir anda avcunun içine alıverdi beni. Aile ilişkileri adına güzel bir anlatımı olduğuna karar verdiğim sırada da afedersiniz böyle ağzıma sıçtı bıraktı. Cidden umulmadık bir final ile oturduğum yere mıhlanıp kaldım. Her ne kadar film, en başında geçtiği dönemi belirtiyor olsa da, hikayenin içinde yol aldıkça bu zaman dilimi akıldan uçup gidiyor, dolayısıyla da etki katlanıyor.
Ajitasyondan uzak durarak, hüznü dozunda vermeyi başaran güzel bir film. Sonunda dünya tarihini etkileyen böylesi büyük bir olay yerine yine aynı etkiyi yaratacak bir mevzu olsaydı bu etkiyi bırakır mıydı derseniz de; belki bu denli şok etkisi vermeyecekti ama sonuçta varılan nokta aynı olacaktı. Zira herşey düzene girmiş, aile bağları kuvvetlenmiş ve işler rayına oturmaya başlamışken, herşeyin sil baştan olması da boğazda yumru bırakacak cinsten.
E iyi ki indirmişim diyorum o halde… :)

5 Temmuz 2011 Salı

Blue Valentine

Bir değişik aşk hikâyesi...

Bağımsız sinemayı Hollywood klişelerine tercih ediyor, geniş zamanda uzun emekler harcanarak çekilmiş yapımları seviyorsanız; Michelle Williams' ı beğenip, Ryan Gosling' in aşık bakışlarına bayılıyorsanız; sadakat, bağlılık, adanmışlık, fedakârlık, kendin olmaya çalışmak, hayat ve getirileri üzerine, izlemeye değer; bol geri dönüşleri olan detaylı bir film.



2 Temmuz 2011 Cumartesi

.

Bir kutunun içine sıkışıp kalmak gibi bu aralar her şey. Sürekli bağırmak, haykırmak ama sesini duyuramamak. Duyuyor olanların da bunu umursamaması gibi bir his ile yaşıyorum.

Hayat böylesi zor, sıkıcı, baskıcı, yıldırıcı, ızdırap verici ve tutunması bu kadar zor bir şey olmamalı.

Hiçbir şeyden keyif alamamak, zamanla herkesin arkasından olumsuz düşünmek gibi yeni özellikler barındırmaya başladım bünyemde ve bu beni rahatsız ediyor ziyadesiyle. Arasından cımbızla çektiğim bir kaç kişi dışında kimseyi sevemez ve güvenemez bir haldeyim.

İmdat sirenimi kendim bile zor duyuyorum.

Uzaklaşmak istiyorum.

20 Haziran 2011 Pazartesi

Sizin Hiç Babanız Öldü Mü?

sizin hiç babanız öldü mü?
benim bir kere öldü kör oldum
yıkadılar aldılar götürdüler
babamdan ummazdım bunu kör oldum
siz hiç hamama gittiniz mi?
ben gittim lambanın biri söndü
gözümün biri söndü kör oldum
tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
şöylelemesine maviydi kör oldum
taşlara gelince hamam taşlarına
taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
taşlarda yüzümün yarısını gördüm
bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
yüzümden ummazdım bunu kör oldum
siz hiç sabunluyken ağladınız mı?



Cemal Süreya

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Certified Copy

En nihayetinde izlediğim, ilk seferinde tüm haftanın yorgunluğu yüzünden uykuma yenik düşen ama hemen ertesi gün tam da kaldığım yerden, tekrar seyretme imkanı bulduğum, güzel bir film; Copie Conforme. Gerek Juliette Binoche ve William Shimell' in harika uyumu, gerek İtalya' nın en sevdiğim şehirlerinden Toskana' da geçiyor oluşu, gerekse nerede oyun nerede gerçek olduğunu yer yer çözümlemekte zorlandığım hikayesiyle sıcak birkaç saat yaşadım. İngilizce, Fransızca ve İtalyanca' nın güzel harmanlandığı bir Abbas Kiarostami yorumu.
En güzel yerlerinden birisi de; bir restorantta kadının Fransızca, adamın ise İngilizce konuşarak tartıştıkları sahnedir..
http://www.imdb.com/title/tt1020773/

13 Mayıs 2011 Cuma

Derinlerde

Arkeolojik bir kazıda gibi; gömüleri çıkartmakla çıkartmamak arasında ince bir çizgideyim.

24 Şubat 2011 Perşembe

Yolun Başı

Geçtiğimiz aylarda kendime nihayet bir fotoğraf makinası aldım. Evet yıllardır çok istiyordum ve sonunda aldım. Araştırdım elbette almadan önce ve hangi internet sitesine girsem başlangıç için iyi bir makina olduğunu yazıyordu. Gerçekten de ayarlamalarını doğru yapıp bir de ellerimi titretmemeyi başarırsam çok güzel kareler çıkartabiliyorum. Lakin bu konuda henüz çok da başarılı olduğum söylenemez. Ne kadar daha fazla vakit ayırmak istesem de kendisine gereken ilgiyi gösteremediğim için kendimden utanıyorum. İtiraf ediyorum, utanıyorum. O bunu haketmedi. :) Ama kendimi affediyorum henüz yolun başındayım :)