Bu yazı tamamen içimdeki çığlığı bastırmak amacıyla yazılmıştır. Kişiseldir, sıkılabilirsiniz, dolayısıyla es geçebilirsiniz...
1997 yılından bu zamana kadar bir-iki yıl dışında da sürekli ve birbirinden farklı sektörlerde çalıştım. D&R'dan, Tadım Pizza'ya kadar, ismi cismi duyulmuş yerlerden, adı sanı duyulmamış cafelere, matbaalara, reklam ajanslarına kadar bir çok farklı işletmede; bulaşılıkçılıktan, depo şefliğine; redaktörlükten, muhasebeciliğe kadar farklı görevlerim oldu. Kimini sevdim, kimini sevmedim, sevdiklerimden hiç kazanmadım, sevmediklerim canıma okudu. Yani anlayacağınız işten yana şansım pek de yaver gitmedi. Fakat çok şey öğrendim ve kendimi yetiştirme şansı buldum. (Salak kafam sadece bu tecrübeleri, geleceğine yatırım yapmak için kullanmadı o kadar.)
Gel gelelim 1,5 senelik işsizlikten sonra, şu an çalıştığım nakliye şirketinde iş verdiler ben hiç de talep etmezken. Para lazım, geçim lazım dedim, tanıdığım bildiğim yer, SSK' sı maaşı düzgün dedim ve başladım 7 sene önce. Fakat son 1 senedir şiddetle gözlemliyorum ki daha önceki hiç bir işyerimde insanlığıma, karakterime, haysiyetime, onuruma ve kadınlığıma bu kadar kötü davranan olmamış; burada olduğu kadar sıkıntı yaşamamışım hiç bir işyerimde. Hakaretler, insan yerine koymamalar hatta bir de üstüne insanlık ve adab-ı muaşaret öğretmeye çalışmalarla bu güne kadar gelmişim burada. Müşterilere benden izinsiz verilen GSM numaramdan ya da klima sebebiyle üşüdüğüm için ruh hastası falan olmamdan hiç bahsetmeyeceğim zira son derece tatsız ve don lastiği gibi yıllardır uzayıp giden mevzular bunlar. Neyse; son iki haftadır artan terbiyesizliklerle boğuşmaktan bıktım. Bunları buraya yazmaya başlamamdaki asıl sebep bu esasen.
Ataerkil bir toplumda ve ataerkil bir şirkette kadın olmanın zorluklarını üstelik de eğitimsiz ve kaba adamlarla çalışmanın zorluklarını ancak yaşayan, bu tip davranışlara maruz kalanlar bilebilir. (Ha, eğitimlileri, gün görmüşleri de pek farklı sayılmaz aslında.) Aksi halde kadınların çalışma hayatında ne kadar hor görüldüklerini anlatabilmem mümkün değil. Bunları ancak yaşayarak tecrübe edebilirsiniz ki, düşmanım bile yaşamasın mümkünse böyle bir tecrübeyi. Partonundan, müdüründen, memuruna, hamalına kadar bu böyle çalıştığım şirkette. Arada istisnalar olsa da bu kaideyi bozmuyor malesef. İçinizden madem bu kadar şikayetçisin ne duruyorsun hâlâ orada diyenler de vardır eminim. Gel gör ki; kazın ayağı göründüğünden daha perdeli.
Sonuç itibariyle bu nasıl bir densizlik, nasıl bir kendini ve haddini bilmezlik asla anlamadım, anlayabileceğimi de zannetmiyorum. Herkesin kendi düdüğünü öttürdüğü, kimsenin kimseyi takmadığı, son derece disiplinsiz, kuralsız bir yer, tabir-i caizse tam bir Dingo' nun Ahırı burası. Bu kadar sinir ve stres insanın hamurunu, mayasını epey bir değiştiriyor. Kendi kendime evrim geçiriyor, kendimi tanımaktan uzaklaşıyorum. Dolayısıyla da insanlar benden. Tez zamanda buradan kurtulabilmeyi diliyorum. Mutlu ve sevdiği işi yapan bir birey olmak için sadece biraz sermaye...
Daha gider fakat işim var, şimdilik bu kadar taş dökmek yeter...
Kendime soru:
- Yazdın da rahatladın mı?
- Hayır, ama içimde kalmasından da çok sıkılmıştım.
12 Eylül 2012 Çarşamba
8 Eylül 2012 Cumartesi
Arada Unutsan Bile
Bu alıntı dakikalar önce internette karşıma çıktı. Hande Altaylı' nın Kahperengi isimli kitabındanmış. Daha önce Hande Altaylı' nın kitaplarıyla hiç ilgilenmedim. Bundan sonra ilgilenir miyim? bilmiyorum, ama Kahperengi ismine kulağım yabancı değildi.
"Biliyor musun" dedi Fırat, "galiba aşk birini unutamamak değil, onu her gördüğünde yeniden hatırlamak. Kaç yıl geçerse geçsin, her karşına çıktığında aynı şekilde hissetmek."
"Arada unutsan bile mi?"
"Arada unutsan bile"
İşte bu dedim okur okumaz, işte bu! Çok doğru! Yıllardır çıkış aradığım ama bir türlü sonuca ulaşamadığım, sorular cehenneminden kurtulmamı sağlayan cevap bu! Daha doğrusu aslında içten içe bildiğim fakat doğru kelimelerle karşıma çıkmayan cevap bu!
Kitabı alıp okur muyum bilmiyorum, fakat yıllardır düşündüren sorumun yanıtını verdiği, daha da doğrusu tam aradığım biçimde verdiği için Hande Altaylı' ya kendi çapımda teşekkür ediyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)