26 Şubat 2012 Pazar

One Day

Emma ve Dexter' ın hikayesi "One Day". Haftalardır, neredeyse baktığım alâkalı, alâkasız her internet sitesinde sürekli onların fotoğrafları ile karşılaştım ve sonunda dün gece, "nihayet" izlemem gerektiğine karar verdim.
15 Temmuz yaş günüm benim ve "bir gün" bir filmde bu kadar sık karşıma çıkacak bir tarih olacağına hiç ihtimal vermezdim.

Evet hikaye 15 Temmuz 1988' de başlıyor ve 15 Temmuz 2006' ya kadar sürüyor. Yani bu zaman dilimi içerisinde geçiyor. (İster istemez bu tarihlerde yani bu süreçlerdeki yaş günlerimde nerelerde, neler yaptığımı, kimlerle olduğumu anımsamaya çalıştım...)

Filmin ilk sahnesi 2006 yılına ait, çok kısa bir süre sonra 1988' e geri dönüyor ve karakterlerimizi yani Emma ve Dexter' ı tanımaya başlıyoruz. Analizlere girmiyorum, hâlâ izlemediyseniz o kısmı size bırakıyorum.

Evet yaz mevsimi olmasına rağmen Londra' nın puslu ve ıslak sokaklarındayız artık. Üniversite mezuniyetlerini kutlayan bir grup öğrenciyle kaşılaşıyor ve içlerinden Emma ve Dexter' ın hayatlarına odaklanıyoruz. Kimbilir kaçıncı defa tanışıyorlar. Emma her faslı tek tek hatırlarken Dexter' ın kafası biraz karışık, toparlayamıyor, fakat tanışıyorlar.

Oldukça acemice bir gece geçiriyorlar ve böylece yıllarca sürecek bir arkadaşlık, dostluk, yoldaşlık ve hatta yol arkadaşlığının ilk adımını atıyorlar. Yaklaşık 18-20 yıl sürecek bir serüvene doğru yol alıyoruz. Kimse bu sürenin kolay geçtiğini zannetmesin elbette. Oldukça inişli çıkışlı bir ilişkileri oluyor.Yer yer sancılı, yer yer komik, acılı ve hatta dramatik.

Bir arada olamadıkları hatta aralarına ilişkiler, mesafeler ve kilometreler dahi girse, her yıl 15 Temmuz' da bir şekilde iletişime geçiyorlar ya da geçmeye çalışıyorlar. Arada mektuplaşıyorlar. Bir arada olamadıkları veya konuşamadıkları zamanlarda hayatlarında oluşan boşlukları dolduramıyorlar. Fakat bunun çoğu zaman farkına varamıyorlar da. Biz izleyiciler ise her daim görüyoruz. Bir çeşit kendine itiraf edememe durumu yani... Bazı noktalarda konu ağırlaşsa da çabucak toparlanıyor.

Belki benim çabuk adapte olabilmemden de kaynaklanıyor olabilir ama, hızla dahil olunabilir bir kurgusu var hikayenin. İster istemez kendinize tutulan bir aynaya dönüşüyor bir süre sonra; çok fazla sorgulatıyor, hem de çok.

- Doğru zaman, doğru yer diye bir şey var mı?
- İnsanın hayatında doğru kişiyi bulduğu zaman yok ise, her şeyin bir sırası mı var?
- Aradığımız ne?

Önce bunu sorgulamaya başlıyorsunuz. Sonra;

- Neden erteleniyor mutluluklar? sorusu geliyor.

- Yarın ne olacağımızın, nerede ve nasıl olacağımızın garantisi mi var, bu hayatta da hep bir şeylerin üzerini örtüp, maskeliyoruz? sorusuyla devam ediyoruz. Ve en son bomba;

- En iyi arkadaşım mı? ya da;
- En iyi arkadaşım kim? ile bitiriyoruz sorgu faslını. En azından bunları yazarken benim sorgulamasını yaptığım bu başlıklar.

Bir defa kesinlikle son derece "hayatın içinden" bir hikaye. Ve yine kesinlikle insanın boğazında büyük bir yumru, bir düğüm bırakıyor. Yutkunamayacak bir noktaya geliniyor izlerken. Samimi, içten ve gerçekçi. Oyunculukları da gayet başarılı şahsen. Gerek Anne Hathaway, gerekse Jim Sturgess tam yerlerine oturmuş, karakerleri kavramış ve bize sunmuşlar. Yabancılık çekmiyorsunuz hayatlarının içinde kendinize yer bulurken.

Lafı toparlama gerekirse; önümüze çıkan fırsatları doğru değerlendirmeye, anı yaşamaya, hayallere, büyük hayallere, daha büyük hayal kırıklıklarına, arkadaşlığa, dostluğa, sevgiye, hayatınızın kadını ya da erkeğini bulsanız dahi ömrünüzün önemli bir kısmını ondan uzak geçirebilme ihtimallerine ve aşka dair, güzel bir hikaye ve güzel bir film.





Hiç yorum yok: